Ein Hoca wird Bergmann auf EMIL MAYRISCH
Heinz Bielefeldt, Übertragung ins Türkische von Halis Gümüs
1) Yuvaköyünden
geliyorum:
Ben, Halis Gümüs, 1941`de Amasya -– Yuvaköy`de dogdum.
Annemi kücük yasta kaybettim. Hayal meyal hatirliyorum. Ögretmenlige
ba<ladqgqm günde babami kaybettim. Ben de bunu, haftalarca sonra, Yusuf`tan
aldigim bir mektuptan öärendim.
2) Tokat-Turhal´a
göcettik:
1952`de Yuvaköyden Turhal sehrine göcettik. Annem ölmüstü.
Babamin basinda üc tane cocuk kalmisti . Babam caresizlikten ne yapacaginigini?
bilmiyordu. Köyden cikarken, Ali Yilmaz dayqmla, inegimizi yedegimde cekerek,
Yesilöz Köyüne kadar 25 km. yol yürüyerek, getirebilmistim.
Turhal, Ankara`dan dörtyüz km. uzaklikta bir Karadeniz kasabasiydi.
1934 yilinda Almanlar gelmisler. Türkiye`nin ilk seker fabrikasini Turhal`da
kurmuslar. Turhal, yesillikler ortasinda kurulmus bir kasabadir.
3) Dedem, Raif Yazgan
Beyefendi belediye baskaniydi:
Okul cagina gelmistim. Fakat okula gitmiyordum. Turhal´da Raif Yazgan
Beyefendi dedem (!) vardi. Manevi dedem!... Cok disiplinli ve yedi lisan konusan
biriydi. 1946`da Turhal belediye baskaniydi. Beni o okuttu. Turhal Atatürk
Ilkokulu müdürü Ali Ergenekon, dedeme cok saygiliydi. Beni dedem
yetistirdi. Dedem, ben ilkokula basladigim gün duvara yaslanmqs, agliyordu...
Seker cebinde dolasir, cocuklari sevindirirdi. Babam, kampanya haricinde, dedemin
islerinde calisirdi. Böylece Turhal Atatürk Ilkokulu`nu 1960`da bitirdim.
Tokat` ta beni okula almamislardi. Bunun üzerine zamanin Valisi Hakki Albayrak
`in huzuruna ciktim. Ben okumak istiyorum, dedim. Valinin emri üzerine
beni okula kaydettiler. Tokat Erkek Sanat Enstitüsünü 1963`te
ve Tokat Erkek-Ilkögretmen-Okulunu 1966`da bitirerek, ögretmen oldum.
Eskisehir Anadolu Ünivesitesini daha sonra bitirdim. Böylece Bakanlik
beni Zonguldak`a verdi.
4) Kdz. Eregli`de Köy
ögretmeniyim :
Tanrica kutsal ögretmenlik görevine 28 Temmuz 1966` da Zonguldak
– Kdz. Eregli ilcesi Ketenciler köyünde basladim. Okulumda cok
ögrenci vardi. Yüzkirk ögrenciyle birlesik sqnqfda ders yaptigim
bile vakiadir, olmustur. Kdz. Eregli`den askere gitmek üzere ayrildim.
Burada ancak bir ders yili kalabildim. Bir egitmen arkadasla beraber calisiyorduk.
Köyde günler gecmiyordu. Aldigim maas bana yetmiyordu. Ayrqca buradan
bin kilometre uzakta yasayan dokuz nüfuslu ailem vardi. Babam yaslq ve
hastaydq. Kardeslerim okula gidiyordu. Bir dilim ekmek üzerine sürecek
yagimiz bile yoktu. Onlar da benden yardim bekliyorlardi. Bir ay para göndersem,
ikinci ay yollayamiyordum.
5 ) Kumlu Köyüne
esekle gidilir:.
1968 agustos ayi. Birlik komutanimdan özel izinle, Edremit`ten 6.00
da otobüse bindim. Dursunbey Kumlu Köyüne gelebilmek icin Balqkesir`de
Salq günü trene bindim. 14.00 civarinda Dada istayonuna geldik. Buradan
köyün yerini sordum. Daglarin tepesini gösterdiler. O tarafa
giden köylülerle birbucuk-iki saat kadar yürüdük. Köy
kahvesine vardik. Aksam treni ile gece 21.00 de Balikesir`e geri döndüm...
Geceleyin Edremit-Canakkale otobüsleriyle sabaha karsq evime ulasabildim.
Kumluköyü halki varsil sayqlmazdq. Kumluköyü`nün yazq
da kisi da, yaslisi da genci de hep aynqydq. Günler gecmez, geceleri sabah
olmazdi... Balikesir Edremit`te askeri okulda ögretmenlik yaparken, 1968`de
Balikesir –- Dursunbey ilcesi Kumluköyü ilkokuluna atandim.
Tek dersaneli birlesik bes sinifli okulumda yetmis-seksen civarqnda ögrencim
vardi. Ahirin üzerindeki tek odali bir evde aylarca ikamet etmek zorunda
kaldigim zaman oldu. Sonralari dersanenin bitisigindeki lojmana yerlestim. Evliydim.
Iki cocugumuz vardi:. Yavuz iki yasinda ve Ahmet, dört aylikti, ben Almanya´ya
gelirken. Burada bes-altq yil okul müdürü olarak calistim. Köylülere
okuma yazma kurslari axtim. Mayis- Temmuz aylarinda ipekböcekleri yetistirdim.
6 ) Köyde ipekböceklerim
vardi...
Yillarca
sonra köylülerden madenci yazilanlar Almanya`ya gidiyorlardi. Gelenlerin
yüzü gülüyordu. Bazilari bize sapli sigara veriyor, veya
hediye ikram ediyorlardi. Ben de bos durmadim. Ipekböcekciligini ele aldim.
Gelecek yil gene ipekböcekciligine hazirlaniyordum, bahar gelecek, Mayis`da
okullar kapanacakti... Sonra gece gündüz demeden, Ipekböceklerime
dutyapragi tasiyacaktim. En son olarak seksen kilo kadar ipekböcegi kozasini
Bursa`da , Ipekböcegi Borsasinda kilosunu 28,75 ,-TL üzerinden sattim.
7 ) Almanya`dan Almanci
gelmisti....
Günlerden bir kis günüydü. Herzamanki gibi köy
kahvesinde oturuyorduk, aksam olunca... Cay ixiyoruz, kagit oynuyoruz ve güncel,
gelen gidenleri konusuyorduk. Kagit oyunlarinda, yenilen taraf, xay- kahve parasini
ödüyordu. Duruma göre tavuk ziyafeti bile oluyordu.
Okuldaki derslerimiz 15.30 da bitiyordu. Aksama dogru kahveden iceri girdim.
Masada oturan muhtar toparlandi. Ayaga kalkti. Yer gösterdi. Almanya`ya
giden madencilerden birisi izine gelmisti. Bu adam coban bile yapamayan birisiydi.
Kahvenin arka tarafinda coluk cocuga mahsus „Danalqk“ denen yerde
oturabiliyordu. Sapkasi bile basinda durmazdi. Baktim ki, köseden onun
sesi geliyor!... Yanqma ünledim. „Aman Hocam, olur mu? bizim ne haddimize
ki, ormancinin, kaymakamin oturduäu masaya yanasalim!“ diyerek cevap
verdi Uzunaga... Seni masama istiyorum, dedim. Yanimadaki Köy Muhtarq,
Köy Agasi „ Gel be ogulcuk, müdür Bey seni buraya istiyor,
askerlik yapmadin mi? sen hic...“ dediler. Sikilarak masamiza geldi. El
verdi. El öptü. Hürmet etti. Biz de „hosgeldin, Uzunaga...
“ dedik. Onu kucakladik. Uzunaga izine geleli, hisim akrasinin yüzü
gülmeye basladi. Her hafta pazara gidip, yeni giysilerle dönüyorlardi.
Bu arada aile fertleri arasindaki dedikodular bitmek tükenmek bilmiyordu.
8) Kahve kaynatacakti
bin markla !...
Cebinden uclu sigarasini cikartti. Paketi masanin üzerine koydu. Acilmadik
paketi, cebime indirdi. „ Herkese bir raki acabilirsin „ dedi. Yalniz
cay parasini veremem, arkadaslar dedi. Hosumuza gitti. Adam cebinden bir tane
binmark kagit parayi cikartti, kahveci Sallabas` a uzattq, „Ula Dayicik,
su paraya bir cakmak cal, da üzerinde hocama bir kahve kaynat,“ dedi.
Cezvenin icini hazirladq, Sallabas... Ba<ladi cakmak aranmaya... Hic kimsede
ates yoktu !... Ne cakmak ne de kibrit ! En sonunda Demiryolcu Ramazan, cakmagini
buldu da uzatti... Sallabas paranin hangi tarafindan yakilacagini sordu?. Tam
binligi tutusturacagi sirada, tutusturmak üzereyken.. yerimden firladim.
Yahu sen ne yapiyorsun? Bu paradir... Bu kagit bir servettir, dedim. Bottrop`lu
madenci Uzunaga cevapladi:. „Hocam, kasavet xekme ! Gel otur, burda istemedigin
kadar daha var, dedi. „ Biri yansa ötekiler sana bana yeter de, artar
bile... Zaten, <irket bunlari bana köyde ezeceksin, diye verdi, demez
mi ?... Ceketinin ceplerinden yirmiyedi bin mark para cikartti. Ceketinin bir
cebinde yalnqz binlikleri tasiyordu. Yalniz binlik ve besyüzlük vardi
yaninda. „Hocam, bunlar yiyemediklerim... Yediremediklerim... Sirket paramin
yarisini da icerde koydu ki, izin d
önüsü alirsin! „ diye... Inanqlacak gibi degildi... Bu
adama Almanya`ya gideli daha alti olmustu. Inanilacak gibi degildi...
9) Arabasi kirmizi sarisin
:.
Anlattigina göre, bu kirmizi arabali sarisinlar madenin önünde
Uzunagamizi hep beklerlermis. Kim önce davranirsa, Uzunagamda onun arabasini
biner gidermis. Zaten bu islerin baskaca caresi yokmus.
Bu durum, bu anlatilanlar kafamqn ixini biraz karistirdi. Bana öyle geliyor
ki, Uzunagam, biraz atiyordu. Ama olsun, hosumuza gidiyordu. Ben burada, koskoca
bir okul müdürüyüm. Hertarafta sözüm gecerliyken...
Ne param var, ne de... Artik biz soruyorduk, Bottrop`lu madenci Uzunaga`ya...
Sorularin ardi arkasi gelmiyordu... Bottrop`lu madenci Uzunaga anlatiyordu da
anlatiyordu.. Durmadan anlatiyordu. Bu adam tek kelime yalan söylemiyordu.
Ben bazen süpheleniyor ve arada sirada sorular sorup yokluyordum.
Senin, o, kirmizi renkli arabali sarisinin adi nedir? diye sordum... Hemen cevap
verdi:
-Maria!, dedi... Evet, dogruydu! Ben bunca film izlemis, kitap okumusum ve gercekten
de Almanlarda böyle isimler oldugunu bilirdim...
Arabasinin markasi neydi, diye sordum?... Hemen cevap verdi:
-Ford!.. dedi. Evet dogruydu... Gercekten dogru söylüyordu. Almanya`
da Ford arabasinin fabrikasi bile vardir, arkadaslar ( ! ) diyerek gerisini
de ben anlatmistim, ögretmen olarak köylülere!.. Sarisinin arabasi
kirmizi, gözleri deniz mavisi... Aman Allahim, sen bilirsin... Bu adam
tek kelime yalan söylemiyordu. Pekiii, senin, o, mavi arabali sarisinin
adi nedir? diye sorduk... Hemen cevap verdi:
-Maria!... Evet dogruydu... Biliyorduk.
Bak Allah`in isine ki, bu sarisinlarin adi hep „ Maria „ olmus da,
Uzunaga da hixbirinin adini unutmamamis. Yoksaki teyzesinin adini sorsan bizimkine
bilmez öyle lüzumsuz isimleri zaten... Aman Allahim, sen bak Allah`in
hikmetine ki, arabasi mavi renkli, gözleri yesilimsi.... Aman Allahim,
sen bilirsin!... Bizim Aga neler görmüs neler...
„Hocama deyiverem ki, bu Maria adi cok degerliymis... Onun icin bu ismi
koyarlarmis,“ diyerek bize aciklamalar yapiyordu.
Baska isimli sarisinlar yok mu? diye sordum. Almanya da öyle isimlerde
varmis, amma, sakincaliymis.... Uzunaga anlatiyor ve Almanya`yi tanitiyor bize
ve diyor ki,
„Hocacigima, deyivereyim ki, senin anlayacagin, Almanya`nin caddeleri
parayla, sokaklari sarisinlarla dolu!“ Ister inan istersen inanma, diye
bir basladi mi anlatmaya, geceyarisina kadar anlatqyordu. Almanya daha suracikta...
Inanmayan gitsin, baksin... Keyfine diyecek yoktu. Bu adam herseyi görmüstü
Almanya´da. Cevre köylerden hosgeldin`e gelenler ona anlattiriyor
ve dinliyorlardi. Almanya`yi bosuna cignememis bu adam! Deniliyordu... Hepsini
görmüs ve biliyordu. Bu adam tek kelime yalan söylemiyordu.
10 ) Gizli sirlarini
acikladi:.
Tek kelime yalani yoktu... Para dersen, cebi doluydu. Öteki isini
sorma, gitsin... Anlatmakla bitmiyordu.. Bitiremiyordu. Artik, bundan sonra
bizim ekabir masasinda Uzunaga`ya da bir yer verdik. Izindeyken bu masada oturabiliyordu.
Fakat su sarisinlar, diye anlatmaya bir baslayinca, yer yerinden oynuyordu...
Onlarqn bir gülücükleri bir ömre bedelken, bizim Uzunaga`nin
kirdigi ceviz kirki gecmisti. Birgün bana cok gizli bir sirrini acikladi
ve sarisinlarin resimlerini gösterdi. Ve ekledi, „Hocam, sakin ola
ki agzindan kacirmayasin“ dedi... „Bu sarisin bir avukattir, bu
ise ögretmendir, bu da hastanehemsiresidir“... Resimlerini cüzdanina
yerlestirmisler... Kiyimdan ayrilmazlar, diyordu... Yaslari da cok gencmis...
Kimi ondokuz yasinda, kimi yirmisinde, kimisi de sen bilemedin yirmiikisindeymis
bu sarisinlarin... Aman Allah`im... Inanilacak gibi degildi... Sarisinlarin
resimlerini bile gösterdi Uzunaga, bize artik. Inanilmayacak yani mi kaldi?
Artik bunun canim!!! Artik bundan sonra, herkes ayni seyi, ayni türküleri
söylüyor ve ayni Almanya masallarini anlatiyorlardi birbirlerine..
Sadece bizim köyde mi?
Tüm cevre köylerde de ayni türküler söyleniyordu :
Kapidaki öküzü de, damdaki esegi de satacagim da Almanya`nin
yolunu tutacagim... Tüm cevre köylerdeki kahvelerde de ayni konusmalar
geciyordu, aksam olunca,... Herkes duydugunu anlatirdi birbirlerine... Bugün
hangi köyde ne konusulmussa, ayni günde bizim köyde haberini
aliyorduk.
11 ) Cabuk okudum, sinavi
kaybettim !....
1972 Agustos ayinda, Kumluköyünde bir pazar aksami...Kararimi
verdim: Sali treniyle gidip, Balikesir` de madenci yazilmaliydim, Baska kurtulus
yolum yoktu!... Madencilik üzerine kitap aradim. Buldum. Aldiqm. Köye
elimde bir kitapla geldim. Bir elimde kitap, öbür elimde balyoz...
Daglari-tepeleri dolasiyor, buldugum tas ve kayalari parcaliyordum, kasiqm ayi
boyunca. Elerim bombostu. Ellerimde ne nasir vardir, ne de yarik? Hem de durmadan
kitaptaki madenciligi okuyordum. Ne de olsa ellerimizi muayeneye hazirlamaliydim.
Mahcup olmak istemiyordum. Okuma sinavinda sorun cikti. Hizli okudum. Zira gazetede
degerli matbaaci dostumun bir yazisi vardi ve hepsini cok hizli okumak istedim.
Kazan basimizda patladi! Kazanamadin, dediler. Benim lokantada bunlara, memur
ve müdürlere, bir raki ziyafeti cektim. Sinava beni tekrar aldilar
ve isbulma müdürü geldi. Kendisi bizzat sinav yapti.
12 ) Yavas okudum ,sinavi
kazandim !....
Beni yeniden okuttu.Yavaslayarak bir madenci gibi okudum. Böylece
madenci sinavini kazanmis oldum. Tekrar siraya girdim. Madencilik ve is tecrübeleri
soruluyordu. Cevap verirken, kazma vurulacaksa, bende beraber egiliyordum. Madenin
icinde yürür gibi saga sola sallaniyordum. Sqra geldi el muayenesine,
biraz zor oldu tabii... Ali Sayakci maden ocagini kapatinca, bir haftalik izinli
olunca ellerim, böyle gözüküyordu, dedim. Az kalsin kaybedecektim.
13 ) Postaci Vehbi gece
geldi !....
Kasim ayinin bir gecesinde, kahveden eve geldim. Soguktu ortalik. Daha
uykuya dalar dalmaz, kapi calindi. Cok cok hizli vuruluyordu. Baktim ki, Postaci
Vehbi... Gece yarisi Postaci Vehbi kapiyi caldi. Dursunbey`den, ilceden geliyormus!
-Hocam, hediyemi sakin unutma! Gece yarisi mektubunu yetistirdim... Yarin sabah
8.00 de Balikesir isbulmada hazirolacaksin! dedi... Acele et, Mezitler istasyonunda,
Izmir -–EGE- Ekspresi`ne yetismeye bak, ve treni durdurmaya bak, diye
tembihledi. Mektubu acip, okudum. Hemen üstümü giyindim. Yola
ciktim. Her taraf zifiri karanlikti. Hicbir sey gözükmüyordu.
Derelerden zor geciyordum. Uzaklardan kurtlarin ve köpeklerin ulumalari
duyuluyordu. Gece karanlik. Dallara takiliyorum. Düsüyorum, kalkiyorum.
Agac dallarina, dikenli dallara carpiyor insan. Yolu göremiyorsun ki..
Tek korkum treni kacirmakti. Gecenin karanliginda yol sapagini da sasirdim.
Bosu bosuna epey yol gitmisim. Trenyolu köprüsüden farkettim
yanlisimi!... Sonra yolumu tahminledim. Gece raylarin üzerinden gidiyorum.
Tren sesi gelmeye basladi. Eyvah, mahvoldum. Treni kaciracaktim. Daha iki-üc
km. yolum vardi. Megerse bu gelen yük treni bir marsandizmis... Gelip,
gecti. simdi daha cok kuvvet buldum kendimde... Kosuyor, kosuyorum ve ucuyordum.
Trene yetismeliydim. Cünkü -EGE- Ekspresi ( Ankara - Izmir arasqnda
gider gelirdi.) henüz görünürlerde yoktu.
14 ) EGE Ekspresi Mezitler
Istasyonunda:.
Kan ter icinde Mezitler istasyonuna vardim. Istasyon sefi Ali Nazmi Bey
ve oradakiler beni tanidilar. Ali Nazmi Bey, sefim, treni durdur, Balikesir`
e yetismeliyim! dedim.
Istasyon sefi Ali Nazmi Bey, bana döndü dedi ki,
-Eger Almanya` ya gidiyorsan hocam, Izmir - –EGE- Ekspresi` ni durdurayim,
yoksa, karismam ben, dedi. Terliyor ve konusamiyordum. Bana su verdiler. Cay
getirdiler. Durumu anlattim!. Konusuyoruz.
Istasyon sefi Ali Nazmi Bey, bir ara yanima geldi ve dedi ki,
-Almanya`yi bana versen hocam, gecenin bu saatinde köyden disari cikmam!
Daglar it kurt dolu, hocam!... Ve dakika gecmeden, gercekten kqrmqzq sinyali
verdi, Izmir Ekspresine... Tren basladi, bütün gücüyle frene
basmaya... Yerler inliyordu. Binalar sallaniyordu! Tren durdu. Bindim trene.
Trende beyler, pasalar ve hanimlar yan gelmis, yatmislar, uyuyorlarmis. Bir
yolcuya, benden sebep trenin durduruldugunu anlatirken, basima is actim!...
Sabah altida Balikesir` e indik. Isbulmada sonuncu madenci sinavinin
sözlüsüne girdim. Birincilikle Kazandim. Kazandim amma, Balikesir´de
Isbulma memurlari da benden para koparmak icin, yapmadiklarini birakmadilar.
Pasaportumu bile yok ettiler... Epey ugrastirdilar beni. Emniyet müdürlügündeki
pasaport polisi telefon etti de is düzeltildi. Isler bitti, alisveris yapip,
ögle treni ile geri köye döndüm. Artik, köy halki,
bize de Istanbul Yolu gözüktügünü, konusmaya basladi.
15 ) Istanbul`da Alman
Irtibat Bürosu:.
Balikesir´den Istanbul`a otobüsle gidilirdi. 1972 Aralik ayinda,
Istanbul - Sisli` de Alman Irtibat Bürosunun kapisina dayandik. Türkiye`nin
tüm madencileri buraya toplanmisti. Gömlegim yeni, ceketim eskiydi.
Tras olamadan, tercüman bizi iceri cagirdi. Aceleci, uzun boylu, pos biyikli
bir Alman memur kapinin önündeydi. „Kitabin burasini oku,“
dedi. Okumaya baslar baslamaz tamam, bu adam okuma bildi, gec iceri!„
dedi. Iceri girdim. Burada uzun boylu, kalin gözlüklü Türk
gibi biyikli bir Alman memur ile bir de tercüman vardq. Nerede ve hangi
madende madenci oldugumu sordular? Her soruya ates gibi cevap veriyorduk. Sonra
kan ve idrar verip, doktor muayenesine cagrildik!. Alman doktoru uzun boylu,
dazlak kafali, sarisin ve kalin biyikliydi. Agzimizdaki dislere bakti. Kolumdan
tutup, bütün gücüyle denendi. Sonra bize; „Basinizi
sola döndürün!, kilotlarinizi asagi birakin!,“ dedi genc
hemsire. Saglik muayenesinde saglam ciktik. Pasaportlarimiz toplandi, icine
mühür vuruldu. Ben hayatimda ilk defa, EBV- Eschweiler Bergwerksverein
taskömürü isletmesiyle Istanbul`da 26,- DM yevmiye ile is akdimi
imzalqyordum. 1973 Ocak ayinda hareket emrini bekleyin, demisti, tercüman
efendi. Köye gelirken mutluluktan ucuyorduk... Kahramanlar gibi dolasiyorduk,
artqk köyicinde. Nihayet beklenen haber geldi. Istanbul bizi bekliyordu.
Almanya bizi bekliyordu. Artik köylülerle vedalasmak zamani geldi.
Evimden, ocagimdan, cocuklarimdan ve tanri meslegi ögretmenlikten ayrilmak
zamani gelmisti.
16 ) – Köyden
ve ögrencilerden ayriliyorum:
1973 Ocak- subat ayinda, günesli bir gündü. Köyün
muhtari ve agasi ve köy halki caminin önünde toplandi. Cami hocasi
dualar okudu. Herkesle helallastik. Kucaklastik. Aglasmalar basladi. Köy
halki, bizi unutma diyerek ugurluyordu beni... Aglasmaya basladi ögrencilerim,
siyah önlükleriyle ve beyaz yakaliklariyla caminin duvarina dizilmis
vaziyette... Esege tahta bavulu yükledik ve Dada istasyonuna geldik. Buradaki
dostlarla ve tanidiklarla da vedalastik.
Sonradan babam, ailemi, cocuklarimi ve köydeki esyalarimi toparlayqp, trene
verdi. Herseyim Turhal`a getirildi. Ben de diger madencilerle birlikte ertesi
günkü otobüsle Istanbul`a hareket ettim. Biz, artik Istanbul`da,
Alman Irtibat Bürosunun kapisina bakmaya basladik. Demeye kalmadi, günesli
bir günde, 06 subat 1973 tarihinde, Alman Irtibat Bürosunun önünden
kalkan bir otobüsle Istanbul – Yesilköy havalimanina geldik.
Istanbul`da ucaga bindik.
17 ) – Münih
havalimani soguktu:
Biz, 07 subat 1973 tarihinde gece yarisi Münih havalimanina indik.
Ucaktan iner inmez donacagiz soguktan, neredeyse! Almanya`nin bu kadar soguk
oldugunu hic kimse söylememisti. Burada yagmur, rüzgar ve soguk hakimdi...
Felaketti. Konusulan hicbirseyi anlamiyoruz... Almanlar hep bagiriyor ve emir
veriyordu!. Insanlik denen sey birdenbire yokolmustu.
Bizi Münih havalimanindan tren istasyonuna getirdiler. Fakat soguktu, cok
üsüyoruz! Münih tren Istasyonun altqndaki magaralara bizi doldurdular.
Burasi sicakti. Pis kokuyordu. Oturacak yerler vardi... Uyusukluk cöktü
üzerimize... Günlerdir, uykusuzduk. Yorgunduk. Perisan vaziyetteyiz.
Uyumak istiyoruz... Siraya girin, diye bir sesle irkildik. Tercüman bizi
bagirarak uyandirdi... Nedir bu bizim basqmqza gelenler, Tanrim?.. Sonra gruplara
ayirdilar bizi... Köln-Aachen Grubu bekle, bu trene bineceksiniz, denildi...
Ortayasli bir Alman basimiza gecti. Durmadan bagirip, cagiriyordu. El kol hareketleriyle
konu<uyordu. Trene binince, birden aklim basima geldi... Nerede kaldi köyüm
simdi?... Nerede kaldq, ögrencilerim?... Nerde dostlarqm, simdi?... Ya
ben neredeyim, simdi?... Nerede cocuklarim, simdi?...Onlara kim bakacakti?...
Geceyi bensiz nasil gecirdiler acaba? Sabah uyaninca, beni göremeyecekler
ve hep aglayacaklardi... Yavuz iki yasinda, Ahmet dört aylik bebek. Yeni
yeni gülmeyi belliyordu. Ben nicin gelmistim Almanya`ya... Yandim, yikildim.
Bin pisman oldum. Ben köklerimden kopmak istemiyordum... Düsünüyorum
ki, ben bir ögretmendim, henüz! Geri dönmek istedim, bütün
gücümle.
Caresizdim. Fakat Almanya da bir trendeydim. Hizli tren Münih istayonundan
ayrilmisti. Artik aglamakta fayda etmiyordu. Elimdeki ekmek paketini gözyaslariyla
actim. Ekmek var, su yoktu, trende. Tren bütün hiziyla gidiyordu,
bilmedigim ve tanimadigim bu memlekette... Nereye gidiyoruz? Oraya ne zaman
varacagqz? Geceyi nerede gecirecegiz? Bilmiyoruz!
18 ) – Köln´e
susuz geldik:
Bizim tren 16.30 da Köln tren istasyonuna geldi. Köln `de tren
istasyonunda cok büyük bir kalabalikti. Ben, hemen bir bardak su bulup
ixmek icin saga - sola bakindim. Kizilhac görevlisi yasli bir kadin, „
Gelin kahve icin,“ diye yanina xagirdi. Gittim, baktim ki, kocaman cay
kazaninda kapkara bir suyu naylon bardaga koyuyuyor ve bunu kahve diye dagitiyordu.
Bilmedigim, görmedigim bir nesneydi !!! . Cok sicakti. Üzerinde köpüg
ü de yoktu. Agzima koydugum gibi yere döktügüm bir oldu.
Bu da nedir? be kadin!... Karsqdan elinde sigarasqyla, yaka bagir acik, kapi
gibi bir Türk geliyordu. Bizim kahveyi icmedigimizi görünce,
etrafa seslendi: „ Ahaa, bizim kuslar gelmis,“ dedi. Abi, susuzluktan
yandik, su nerede arkadas? dedim. „Ne suyu yahu, burasq Köln, cola
icin kana kana,“ dedi... Otomatiklerden cola cekti. Yetmedi, Bizim hepimizi
bir büfenin önüne dogru cekti. Büfeciye, „Cola!, cola!,“
diye bagirdi. Önce parasini verdi... Buz gibi colayi iciyorduk... Sen nerelisin
diye soru sordu?.. Yüzü parliyordu... Kendine güvenen, kalender
bir adamdi. Cevredeki gelip gecen Türklere b
izi gösterip, „ Mehmet, ahaa su kuslara bak!“ diyerek bizi
gösteriyor, simdi trenden indiler, “ diyordu. Yüzü gülüyor,
gözleri parlqyordu... Bize tam bir agalik yapti. „Haydi bakalim,
Aachen`a bu perondan binersiniz, „ diye yolu gösterdi. Yanimiza birde
Türk verdi. „Haydi yolunuz acik olsun, haydi güle güle
gidin,“ dedi.
19 ) – Aachen
–treni hizli gider :.
Iste Türk dedigin böyle olur, diye yol arkadasimizla sohbet ediyoruz,
trende. Ne hayellerimiz varsa anlatiyoruz, birbirimize. Yol arkadasim bize nasihat
ediyor, aman dikkat edin! Memleketi unutmayin, diyordu. Paranqzq birahanelere
kaptirmayin, diyordu. Tren rastgele istasyonlarda duruyor, kalkiyor, kimi iniyor,
kimi de biniyordu.
20 ) Alsdorf `da EBV-da
isbasi:.
Baska bir Türk yol arkadasiyla Aachen´a geldik. Trenden indik.
EBV´dan tercüman geldi. „Haydi, binin su otobüse!, „
dedi. Tercümanin yüzü gülmüyordu. Söyledigi de
anlasilmiyordu. Sarhos gibi bir hali vardi. Kendisi bindi arabasqna cekip, gitti.
En öne oturdum, otobüsde. Alsdorf Mariadorf`da, isci pavyonu „
Heim „ vardq. - QUERSTR.33 – Otobüs saat, 21.00 civarqnda bizi
Heim kapisina getirdi. Otobüsden indik. Iceriye aldqlar. Isimler okundu.
Odalarimizi gösterdiler. Birer paket yiyecek verdiler. Odalara cekildik.
Böylece 08 Subat günü EBV´da resmen isbasi yapmis olduk.
Sabah olunca, erkenden kaldqrdqlar. Her taraf yagmur yas. Gökyüzü
kapkara. Soguk. Fabrika otobüsü ile EBV, egitim merkezine, - ALSDORF´ta
Herzogenratherstr.- Ausbildungszentrum- denen yere götürdüler,
bizi. Madenci elbisesi ile burada tanistim, hayatimda. Yikanma yerlerini gösterdiler
ki... Imkansiz bir seydi... Olamaz...Herkes, almanlar meydanda, cirilciplak
yikaniyordu. O gün bizim, hicbirimiz, yikanmadi. Burada insanlik diye birsey
yokmus!. dedik... Ertesi gün, daha cok toz duman icinde kaldqk. Mecburen
dus yapt
qk, meydanlikta... Yikanan adama bakilir mi? kardesim! diyerek ilk kavga böylece
basladq aramizda...
21 ) – Banka bana
eksik ödedi,parami:.
Alsdorf´taki – ALSDORF Herzogenratherstr.- Ausbildungszentrum-´daki
isyerinden eve gelince bize 50,- DM cep harcligi para verdiler. Tencere tabak
alasqnqz, diye!.. Bu para, neye yetecek ki? diye itiraz ettim. Balqkesir`li
bir arkadas koluma girdi. Beni disari cikardi, bankadan. Zonguldak`li madenci
bir arkadas bize Alsdorf-Mariadorf tren istasyonunu gösterdi. Tren biletini
verdiler elimize. Biz trene bu istasyonda biner, Alsdorf-Busch Wilhemschacht`ta
inerdik. Dogruca, kosarak egitim merkezine girerdik. Gec kalirsan veya seni
begenmezlerse, geri gönderilme tehlikesi cok büy
üktü.. Bize Almanca ögretiliyordu. Kazmanin almancasini ögrettiler.
Elbiseleri nasil soyunacagiz, nasil giyinecegiz, nicin yeraltinda kesinlikle
sigara icilemezdi, ögreniyorduk. Eski madenciler derslerde tercümanlik
yapiyorlardi. Ilk ayin ücreti olarak bana 420,- DM para verdiler. Bu resmen
haksizliktir... Mariadorf bankasindaki memura cok kizdim. Hafta da bin mark
verilecegini ben köyde duymustum. Bu adam benimle dalga mi? geciyordu...
Hirsim tepemden cikiyordu.
22 ) – EMIL MAYRISCH
` de madenciyim:.
Bir aydan fazla kurs gördük, Alsdorf`da. Sonra -Siersdorf EMIL
MAYRISCH-- ocaginda yeraltina indik. Ocaga giden trene Maria-Grube istasyonunda
binerdik. Bu maden ocagi denen sey akil alacak gibi biryer degildi. Kocaman
makineler calisiyordu. Birkac katli dev asansörlerle indik yeraltinda,
710 metre derinlige!. Yeralti trenine bindik. Trenle calisacagimiz yere vardik.
Fakat kazmayi küregi elime verince, cok zoruma gitti. Madenciler hep bi
ze bakiyorlardi. Bizim basimizda postabasi ustalar vardi. Yavas yavas ise isindik.
Arkadaslar edindik. Cumartesi aksamlari birahaneye gidiyorduk. Fakat bizim Uzunaga´nin
anlattigi sarisinlari hic görmüyorduk. Haftada bin mark para alacagiz,
diye calisip, durduk. Sonunda anladik ki, ne ocagin önünde bekleyen
sarisinlar vardi , bu Almanya´da . Ne de haftada bin mark para veren maden
ocagi...Bu adam tek kelimeyle degil, yüzlerce kelimeyle yalan söylüyormus.
Köye geldiginde cebinden cikarttigi paralar ise köydeki zavallilara
hava atmak icin, tüm tanqdqk, arkadaslar ve yakin köylülerden
borc alarak topladqgq, cebinde gezdirdigi emanet paralarmis!... Borc bataginda
yüzüyormus, bizim zavalli agamiz.
Bu adam tek kelimeyle degil yüzlerce yalanla köylüleri uyutuyormus...
Bunlarin cogununun kaldiklari „Ledigen Heim“ lara gittim. Onlari
buldum. Sormadqk soru, söylemedik laf birakmadim. Pazar günleri arkadas
ziyareti oluyordu. Ziyaret esnasqnda cay demleyip, memleket hasreti gideriyorduk.
Artik madenci oluyordum. Ziyaret esnasinda cay demleyip, memleket hasreti gideriyorduk.
Artik madenci oluyordum. Memlekete mektup yaziyor, onlara para gönderiyor,
cocuklarqn resimlerini istiyordum. Gün gectikce memleket hasreti cogaliyordu!...
Kaza haberleri herkesi cigerinden vuruyordu. Kaza geciren madencilerin hastane
ziyaretine cok önem verilirdi. Heim´dan Heim´e dolasiyorduk.
23) –Herr Debus
: „ESEL BRAUCHT KEIN DEUTSCH „:.
Herr Debus „Emil Mayrisch, Sohle 710 m. Aufbaustrecke cavusuydu.
Benim cavusumdu.
Maden isi zor bir isti. Olur olmaz zamanda kazalar oluyordu. Bana „ Sen
madencilik yapamazsqn, hocam, „ diyenler eksik degildi. Ben de surda bes-alti
ay calisip, biraz da Almanca ögrenip, memlekete dönecegim, diye cevaplqyordum.
Birgün gene madende calisirken, Steiger Debus´un yanina vardim ve
ben hep sabah vardiyesini istiyorum, dedim!.. Yüzüme bakti ve –„Neden!
„ diye sordu her zamanki aksiligiyle. Almanca kurslarina katilmak istiyorum.
Aachen´da almanca kursu var, dedim. Steiger Debus´un aäzqnda
cevap hazirmis: „Esel braucht kein Deutsch! „ dedi, bakmadan. Baska
birsey diyemedim. Dogruca elbiselerimin yanina gittim. Adam bizi resmen esek
yerine koydu, canqm!. Ocaga indim. Steiger Debus geldi. Madencilere is taksimatini
yaptq. Beni de Franco´nun yanina verdi. Biraz sonra geldi. Sorular sordu.
Bende cevapladim. Sonraki hafta beni sabah vardiyesine verdi. Hep sabah vardiyesine
verdi. Aachen´a gittim, VHS ´de kurslara yazildim, diye ona anlatmaya
calisiyorum, ama cok zorluk cekiyordum, Steigerle konusurken... Cok sert bir
Steiger´di. Steiger Debus tuttugunu koparan bir Steigerdi.Kafasi calisan
bir mühendisti. Bagirarak konu<urdu. Iscileri dagittiktan sonra yanima
geliyor ve bana fiil cekimi yaptiriyordu. Sorular soruyordu. Bende bu arada
usta olmus, yanimda Ordu`lu bir gencle calisiyordum. Bazen iki - üc saat
fiil cekimi sorulari soruyordu... Almanca kursunda hangi kitaptan ders yaptigimi
sordu?. Kitabin adini yazip, ona verdim. Hergün yanima gelip, bana kök
söktürüyordu. Benim ders kitabindaki kon
ularla resmen ilgileniyor ve sorular soruyordu?. Bu durumu Hoengen -Fliederstr.21´deki
Giresun´lu Osman ve diger oda arkadaslarima anlatinca „ Olmaz öyle
sey, yahu! Debus´u görünce Betriebsführer bile kacacak
delik arqyor, kalmis ki seninle konussun „ derlerdi. Fakat tam tersine
ertesi gün Debus beni gene sorguya cekerdi... Artik, bizim isler iyice
karisti. Fizikte „Kuvvet yönleri ile Moment kuvvetini “ konusuyoruz.
Birgün bana „Pitagor Baglantisi“ nedir? diye sordu. Tebesirle
cizip, anlattim, cevap verdim. Anladigini söyledi. Bende ona cebirden bir
soru sordum?. Keske sormaz olsaydim! Cebinden tebesiri cikartti. Duvarlari olusturan
demir levhalarin üzerinde yazarak problemi cözmeye basladi. Betriebsführer
ile kalabalik bir Steiger Grubu bizim yazdiklarimizi görünce sasirdilar.
Betriebsführer: „ Sen ne yapiyorsun, diye sorunca, lambayi üzerlerine
cevirdi, bagira bagira onlara da anlattq ve beni gösterdi Betriebsführer
ile yanindakilere. Ertesi gün benzeri bir soruyla? geldi yanima! Cevapladim.
Nerden biliyorsun? der gibi yüzüme bakti. Bende aniden ögretmen
oldugumu söyleyince, Steiger Debus „ hay kafa ben bunu anlamaliydim,
zaten“ dedi. Beni kahve icmege davet etti. Yukarida kahve icerken, bana
baba nasihati verdi. „Ögretmenlige baslayinca dikkatli ol, yanlis
birsey yapma ve cok calis,“ dedi. Ve beni unutulamayack bir dostlukla
selamladi.
24 ) –
Mariadorf- –Kupferkannne `de Eddy`lerle:.
Yql
1973 idi. Günlerden birgün yine birahaneye - Kupferkanne in Mariadorf
- gittik. Burasi bizim mekanimiz sayilardi. Benim yanimda daima birkac arkadas
bulunurdu. Kayseri`li bir arkadasim vardi. Tam basbelasi. Hesap verilecegi zaman
camura yatar, parasi olmadigi halde, illede hesabi ben verecegim, diye tutturudu.
Halbuki parasi da yoktur. Sonunda isi tatliya baglar, hesabi ben öderdim.
Ceker giderdik. Birahaneye -Kupferkanne- girer girmez, söyle etrafa bir
bakardik. Bir keresinde baktim ki, yedi-sekiz genc oturmuslar bir masada. Iciyorlar.
Konusuyorlar. Kizlar kahkahalar savuruyorlardi. Iclerinden uzun boylu, gözlüklü,
hafif sakalli olan Eddy, - simdi Thyssen`de basmühendis Edmund Goerenz
–-– beni „ Merhaba Arkadas!“ diye selamladi. Memnun
kaldim. Masaya icecek yolladim. Eddy, beni yanina cagirdi... Eddy ile biraz
Almanca, biraz ingilizce konustuk. Ona ögretmen oldugumu söyledim.
Burada ögretmenlige baslasana! dedi. Mariadorf Pützdrischstr. de bir
EBV-barakasinda kaliyorduk. Bir misafiri agirlayacak yerimiz bile yoktu.
_
Heinz Bielefeldt, Februar 2003